Ortadoğu, küresel güçlerin hegemonya mücadelesinin kesişme noktasında, yeniden kaos arenasına dönüştü. İsrail’in İran’a yönelik son askeri operasyonları, bu kez yalnızca bölgesel bir çatışmanın ötesinde, örtülü bir rejim değişikliği operasyonunun parçası olarak değerlendiriliyor. Tucker Carlson ve Steve Bannon gibi ABD’nin sağ kanat ideologlarının işaret ettiği üzere, bu operasyonun nihai hedefi, İran’ı önce askeri olarak zayıflatmak, ardından iç karışıklıklar yoluyla rejimi destabilize ederek Büyük Ortadoğu/İsrail Projesini hayata geçirmek. İran’ın nükleer programına dair abartılı iddialar, İsrail’in saldırılarını meşrulaştırma aracı olarak kullanılıyor. Ancak ABD istihbaratının, İran’ın nükleer silah üretiminden en az 12-13 ay uzakta olduğunu bildiği, hatta İstihbarat Şefi Tulsi Gabbard’ın bu gerçeği dile getireceği için Camp David’deki kritik toplantıya çağrılmadığı belirtiliyor. Bu, operasyonun yalnızca askeri değil, aynı zamanda siyasi bir ajandaya hizmet ettiğini açıkça ortaya koyuyor.

İsrail’in İran’daki üst düzey Devrim Muhafızları komutanlarına yönelik suikastları ve PJAK gibi vekil grupların yeniden sahneye sürülmesi, rejim değişikliği planının somut adımları olarak görülüyor. İsrail’in son saldırıları sonrasında, PJAK İran’daki Kürt bölgelerinde ayaklanma ve özerklik çağrıları yapmaya başladı. PJAK, İran’ın batısındaki Kürt nüfusunu mobilize ederek kaos yaratmayı ve rejimi içten zayıflatmayı hedefliyor. Öte yandan, İran’daki diğer Kürt gruplarının da bu süreçte hareketlenebileceği, bazılarının PJAK’ın çağrılarına destek verebileceği, bazılarının ise İran devletiyle iş birliğini tercih edebileceği belirtiliyor. Bu durum, İran’ın Kürt bölgelerinde zaten hassas olan etnik ve siyasi dengeleri daha da kırılgan hale getiriyor. Amaç, İran’ı içten çökertmek ve Suriye, Irak, Lübnan ile Yemen’deki nüfuzunu kırmak. Bu strateji, İran’ın bölgesel etkisini sınırlamakla kalmayıp, aynı zamanda rejim değişikliği için zemin hazırlıyor.

PJAK’ın yeniden aktif hale gelmesi, yalnızca İran için değil, bölge ülkeleri için de ciddi güvenlik riskleri taşıyor. PJAK, PKK ile ideolojik ve örgütsel bağları olan bir grup olarak, İran’ın Kürt bölgelerinde özerklik taleplerini silahlı mücadeleyle destekliyor. İsrail’in desteğiyle güçlendirilen PJAK, İran’ın iç istikrarını bozmak için vekil bir aktör olarak kullanılıyor. Son dönemde, İsrail’in hava saldırıları ve istihbarat operasyonlarıyla eş zamanlı olarak, PJAK’ın İran-Türkiye sınır bölgesinde faaliyetlerini artırdığı gözlemleniyor. Bu bağlamda, PKK’nın sözde Botan/Şırnak bölge sorumluluğundaki 400 kişinin Irak’tan İran’a geçerek PJAK kılıfına büründüğü bilgisi, bu faaliyetlerin koordineli bir şekilde yoğunlaştığını gösteriyor. Bu, Türkiye’nin sınır güvenliğini doğrudan tehdit ediyor; zira PJAK’ın eylemleri, PKK’nın Türkiye’deki faaliyetleriyle koordineli bir şekilde bölgesel kaosu derinleştirebilir. PJAK’ın İran’daki faaliyetleri, Türkiye-İran sınırında yeni bir gerilim hattı oluşturabilir ve bu, her iki ülkeyi de istikrarsızlığa sürükleyebilir.

Bu örtülü operasyonun boyutları, yalnızca İran’ı değil, tüm bölgeyi istikrarsızlaştırma potansiyeli taşıyor. İsrail’in İran’a yönelik saldırılarında bölge ülkelerinin hava sahalarını kullanması, operasyonun geniş bir destek ağını işaret ediyor. Ürdün, İsrail’e hava sahasını açarak İran’dan gelen füzeleri kendi hava sahasında imha etti. Suriye hava sahası, İsrail uçakları için adeta bir bahçe gibi kullanıldı. Irak hava sahası da İsrail tarafından rahatça ihlal edildi. Suudi Arabistan’ın hava sahası dolaylı olarak İsrail’e açık, BAE, Katar, Kuveyt ve Bahreyn’de ise yaklaşık 50 bin ABD askerinin konuşlandığı üsler bulunuyor. İsrail uçakları İran hava sahasında kolaylıkla saldırı düzenlerken, hiçbir İran uçağının İsrail hava sahasına giremediği görülüyor. Daha da çarpıcı olan, Tahran’da MOSSAD ve işbirlikçilerinin İsrail için drone ürettiği iddiaları. MOSSAD ve CIA’in İran’ın en üst düzey kurumlarına sızdığı, bu operasyonların başarısını artıran bir diğer faktör olarak öne çıkıyor. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın günler sonra toplanması ve 7 Ekim 2023’te büyük bir saldırı düzenleyen HAMAS’ın sessizliği, Lübnan’daki Hizbullah’ın etkisiz hale getirilmiş gibi görünmesi, bu planın ne kadar kapsamlı olduğunu gösteriyor. Netanyahu’nun 7 Ekim 2023’te HAMAS saldırısı sonrası söylediği “Ortadoğu’yu değiştireceğiz” sözü, bugün adım adım hayata geçiriliyor. Ancak bu değişim İran’la sınırlı kalmayacak. Lozan Antlaşması ve ulus devlet kavramının tartışmaya açılması, bu stratejinin yalnızca İran’ı değil, tüm bölgenin siyasi haritasını yeniden şekillendirmeyi hedeflediğini ortaya koyuyor.

Bu strateji, aynı zamanda küresel enerji piyasaları üzerinden Çin’e bir darbe vurmayı hedefliyor. İran, Çin’in en büyük petrol tedarikçilerinden biri konumunda. İsrail’in İran’ın enerji altyapısına yönelik saldırıları, özellikle rafinerilere ve petrol ihracat terminallerine yapılan hedefli operasyonlar, İran’ın petrol üretimini ve ihracatını sekteye uğratacaktır. Bu, Çin’in enerji güvenliğini doğrudan tehdit ederek Pekin’in ekonomik manevra alanını daraltabilir. Çin, İran petrolüne bağımlılığı nedeniyle bu tür bir kesintiden ciddi şekilde etkilenebilir; zira İran’ın küresel petrol arzındaki payı, Çin’in sanayi ve ekonomi politikaları için kritik önemde. ABD’nin bu örtülü operasyonu, İran’ı zayıflatırken aynı zamanda Çin’i ekonomik ve stratejik olarak köşeye sıkıştırmayı amaçlıyor. ABD’nin B-2 uçaklarının Hint Okyanusu’ndaki İngiliz üssü Diego Garcia’dan kalkarak İran’ı vurduğu bir ortamda, bu durum Ortadoğu’daki çatışmaların yalnızca bölgesel değil, küresel güç dengelerini yeniden şekillendirme hedefiyle kurgulandığını gösteriyor.

İran’ın istikrarsızlaşması, yalnızca bölgesel değil, küresel ölçekte derin etkiler yaratabilecek bir domino etkisi doğurabilir. PJAK’ın İsrail destekli faaliyetleri ve İran’ın Kürt bölgelerindeki kaos girişimleri, Türkiye’nin sınır güvenliğini doğrudan tehdit ederken, Irak ve Suriye’deki hassas dengeleri de sarsabilir. Bu durum, Türkiye’yi yeni güvenlik riskleriyle karşı karşıya bırakmanın ötesinde, Ortadoğu’nun siyasi haritasını yeniden şekillendirme potansiyeli taşıyor. İran’ın enerji altyapısına yönelik saldırılar, Çin’in ekonomik manevra alanını daraltarak küresel güç dengelerini sarsarken, bölgedeki vekil savaşlar ve örtülü operasyonlar, istikrarsızlığı derinleştiriyor. Bu karmaşık satranç tahtasında, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumak için dikkatli ve proaktif bir strateji benimsemesi kritik önem taşıyor; zira Ortadoğu’daki bu büyük oyunun sonuçları, yalnızca İran’la sınırlı kalmayacak, tüm bölgenin geleceğini yeniden tanımlayacak gibi durmaktadır.