Anadolu coğrafyası, verimli topraklarıyla tarih boyunca tarımsal üretimin merkezi olmuştur. Ancak günümüzde, yerli üretim ve çiftçilik, küresel ekonomik dinamiklerin, teknolojik dönüşümlerin ve modern dünyanın getirdiği çok katmanlı zorluklarla karşı karşıyadır. Bundan dolayı devletin yerli üretimi teşvik etmesi, yalnızca ekonomik bir gereklilik değil, aynı zamanda kültürel kimliğimizin korunması ve toplumsal sürdürülebilirlik için stratejik bir zorunluluktur. Nitekim, pandemi dönemi bu gerçeği çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştur: sınırların kapandığı, küresel tedarik zincirlerinin kesintiye uğradığı kriz anlarında, kendi kendine yetebilme kapasitesi bir ülkenin bağımsızlığını ve direncini belirleyen kritik bir unsur haline gelmektedir. Gıda güvenliği, ulusal bağımsızlığın temel taşlarından biri olup, ekonomik ve sosyal istikrarın ayrılmaz bir parçasıdır. Üstelik, iklim değişikliğinin giderek artan etkileri ve küresel nüfus baskısı, yerel tarımsal üretimin stratejik önemini her zamankinden daha fazla öne çıkarmaktadır. Yerli üretimi güçlendirmek, yalnızca bugünün ihtiyaçlarını karşılamakla kalmaz, aynı zamanda gelecek nesiller için sürdürülebilir bir kalkınma modeli sunar.

Yerli üretimi desteklemek, yalnızca tarladaki ürünü değil, aynı zamanda bir milletin köklerini ve geleceğini korur. Köylerimiz, Anadolu’nun ruhunu taşıyan, geleneklerimizin ve kültürümüzün yaşatıldığı yerlerdir. Ancak, üretim zorlaştıkça, çiftçilik geçim kaynağı olmaktan çıktıkça, gençlerimiz köyleri terk edip şehirlerin kalabalığına karışmaktadır. Bu göç, sadece tarlaları değil, toplumsal dengeleri de sarsmaktadır.

Yerli üretimi güçlendirmek, çiftçiye hak ettiği değeri verir, köyden kente göçü yavaşlatır; köylerimizi canlı tutar, toprağımıza bağlılığımızı pekiştirir. Dahası, bu destek, kültürel mirasımızın devamını sağlar; çünkü her bir yerel tohum, her bir geleneksel tarım yöntemi, dedelerimizden bize kalan bir hazine, çocuklarımıza bırakacağımız bir emanettir.

Peki, bu hedef doğrultusunda neler yapılmalı?

Öncelikle, çiftçimizin en büyük giderlerinden biri olan mazot fiyatları acilen ele alınmalıdır. Tarlasını süren, ürününü yetiştiren çiftçi için mazot, bir lüks değil, üretimin temel taşıdır. Ancak mevcut mazot fiyatları, üreticinin sırtına ağır bir yük bindirerek alın terinin karşılığını gölgede bırakmaktadır. Devletin, çiftçiye özel mazot sübvansiyonu veya ayrıcalıklı fiyatlandırma politikası uygulaması, yalnızca acil bir ihtiyaç değil, tarımsal üretimin sürdürülebilirliği ve ulusal gıda güvenliği için stratejik bir zorunluluktur. Bu destek, çiftçinin üretim maliyetlerini düşürerek daha rekabetçi bir tarım sektörü oluşturur, verimliliği artırır ve gıda fiyatlarındaki dalgalanmaları dengeleyerek tüketicilere rahatlama sağlar. Ayrıca, böyle bir düzenleme, çiftçinin gelirini yükselterek kırsal ekonomiyi canlandırır, halkın uygun fiyatlarla kaliteli gıdaya erişimini kolaylaştırır ve nihayetinde ülkenin ekonomik istikrarına katkıda bulunur.

Bir diğer kritik mesele, ürünün tarladan sofraya uzanan yolculuğunda çiftçinin emeğinin hak ettiği değeri görememesidir. Tarlada ve köylerde büyük bir emek ve özveriyle üretilen ürünler, aracıların veya pazarcıların elinde düşük bedellerle alınıp, şehir pazarlarında fahiş fiyatlarla satılarak çiftçinin emeği adeta gasp edilmektedir. Bu adaletsiz yapı, çiftçinin alın terini değersizleştirirken, tüketicilerin de daha yüksek fiyatlarla gıdaya erişmesine yol açmaktadır. Devletin bu çarpık düzene müdahale etmesi, artık bir tercih değil, tarımsal sürdürülebilirlik ve sosyal adalet için bir zorunluluktur. Üreticiyle tüketiciyi doğrudan buluşturan kooperatif modelleri teşvik edilmeli, devlet destekli yerel pazar yerleri yaygınlaştırılmalıdır. Çiftçinin ürününü aracıların haksız kâr marjlarına mahkûm olmadan doğrudan satabilmesi için altyapı oluşturulmalı; böylece üreticinin emeği ve alın teri gerçek anlamda değer bulmalıdır. Ayrıca, bu tür düzenlemeler, yerel ekonomileri güçlendirerek kırsal kalkınmayı destekler ve gıda fiyatlarının dengelenmesine katkıda bulunur. Nihayetinde, çiftçinin kazancını koruyan bir sistem, sadece tarımı değil, toplumun tüm kesimlerini güçlendiren bir zincir etkisi yaratır.

Üretim planlaması da tarımsal sürdürülebilirlik ve ekonomik verimlilik açısından kritik bir öneme sahiptir. Ne ekileceği, ne kadar üretileceği ve hangi ürünlerin pazar potansiyeline sahip olduğu gibi kararlar alınırken çiftçi asla yalnız bırakılmamalıdır. Devlet, üreticilerle iş birliği içinde, bilimsel verilere ve bölgesel dinamiklere dayalı kapsamlı bir tarım planlama stratejisi geliştirmelidir. Hangi bölgede hangi ürünün daha verimli olduğu, hangi ürünlerin iç ve dış piyasalarda talep gördüğü gibi sorular, uzmanlarla birlikte yanıtlanmalıdır. Bu tür bir planlama, kaynakların etkin kullanımını sağlar, israfı önler ve çiftçinin gelirini artırırken ulusal ekonomiye katma değer yaratır. Rastgele ve plansız üretim yerine, veri odaklı, bilinçli ve stratejik bir tarım modeli benimsenmelidir. Bu yaklaşım, sadece tarımsal bereketi artırmakla kalmaz, aynı zamanda gıda güvenliğini güçlendirir ve ülkenin küresel pazarlardaki rekabet gücünü yükseltir.

Hayvancılık sektörü de kırsal kalkınmanın ayrılmaz bir parçası olarak büyük bir öneme sahiptir. Ancak, artan yem maliyetleri ve üretim zorlukları, çiftçilerin hayvancılık faaliyetlerini sürdürmesini giderek zorlaştırmaktadır. Devletin, hayvancılığı güçlendirmek için bölgesel yem fabrikaları kurarak uygun fiyatlı ve kaliteli yem tedarikini sağlaması, çiftçilere yönelik kapsamlı destek programları geliştirmesi elzemdir. Bu fabrikalar, yerel kaynakları kullanarak yem üretimini artırabilir, dışa bağımlılığı azaltabilir ve çiftçinin maliyet yükünü hafifletebilir. Ayrıca, hayvancılık için düşük faizli krediler, modern ahır sistemleri için hibe destekleri ve veteriner hizmetlerinin yaygınlaştırılması gibi adımlar, sektörün verimliliğini ve sürdürülebilirliğini artıracaktır. Bu destekler, sadece çiftçinin gelirini yükseltmekle kalmaz, aynı zamanda et ve süt ürünleri gibi temel gıda maddelerinin fiyatlarını dengeleyerek tüketicilere de rahatlama sağlar.

Su, tarımın can damarı ve sürdürülebilir üretimin temel taşıdır. Damlama sulama gibi modern sulama teknolojileri, suyun tasarruflu kullanımını sağlayarak hem çevresel sürdürülebilirliğe katkıda bulunur hem de tarımsal verimliliği önemli ölçüde artırır. Ancak, bu sistemlerin kurulumu ve bakım maliyetleri, özellikle küçük ölçekli çiftçiler için ciddi bir mali yük oluşturmaktadır. Devletin, damlama sulama sistemlerinin yaygınlaşması için kapsamlı ve erişilebilir teşvik programları hayata geçirmesi, tarımsal üretimin geleceği açısından stratejik bir adımdır. Hibe destekleri, düşük faizli uzun vadeli krediler ve teknik danışmanlık hizmetleri gibi uygulamalar, çiftçinin bu yenilikçi teknolojilere geçişini kolaylaştıracaktır. Ayrıca, bu tür yatırımlar, su kaynaklarının verimli kullanımını teşvik ederek iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı tarımı daha dirençli hale getirir.

Özetle, yerli üretimi bir devlet politikası haline getirmek, yalnızca ekonomik kalkınmanın değil, aynı zamanda kültürel sürekliliğin ve toplumsal istikrarın da teminatıdır. Bu doğrultuda atılacak somut adımlar; mazot sübvansiyonları, modern sulama sistemleri için sağlanacak hibe ve krediler, üretici-tüketici arasındaki köprüleri güçlendirecek kooperatif modellerinin teşviki ve çiftçilere yönelik kapsamlı bilgilendirme programları olmalıdır. Devletin bu alandaki stratejik desteği, tarımsal üretimi sürdürülebilir kılarken, kırsal kalkınmayı hızlandırır, gıda güvenliğini güçlendirir ve toplumsal dayanışmayı pekiştirir. Toprağıyla barışık, üreticisini onurlandıran bir kalkınma modeli, ancak çiftçiyi merkeze alan politikalarla mümkündür. Çünkü çiftçiyi ve üretimi korumak, yalnızca bugünün değil, gelecek nesillerin de refahını güvence altına almaktır. Bu noktada, Kemal Tahir’in eserlerinde yankılanan "Kerim Devlet" anlayışı; adaletli, kapsayıcı ve halkını önceleyen bir yönetim biçiminin tarım ve kırsal kalkınma politikalarına da yansıması gerektiğini güçlü biçimde hatırlatmaktadır.