Türkiye, 20 Temmuz 2025 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararıyla, Irak ile 1973 yılında imzalanan ve takip eden yıllarda çeşitli protokollerle güncellenen Kerkük–Yumurtalık Ham Petrol Boru Hattı Anlaşmalarının 27 Temmuz 2026 itibariyle sona ereceğini ilan etti. Bu karar, taraflar arasında süregelen enerji diplomasisinin, hukukî ilişkilerin ve bölgesel dengelerin yeniden tanımlandığı bir dönüm noktasını temsil etmektedir. Kerkük’ten başlayarak Türkiye’nin Akdeniz kıyısındaki Ceyhan terminaline ulaşan bu boru hattı sistemi, 1973 tarihli ana anlaşma çerçevesinde şekillenmiş, 1977 yılında faaliyete geçmiş; 1985’te imzalanan ikinci anlaşmayla genişletilmiş ve 1987’de ikinci boru hattı devreye alınmıştı. Bu altyapı, yaklaşık yarım asır boyunca Irak petrolünün dünya piyasalarına açıldığı en stratejik güzergâhlardan biri olmuş, Türkiye’ye de transit ülke konumunun kazandırdığı jeopolitik değer sağlamıştır. Kerkük–Ceyhan boru hattına ilişkin anlaşmalar zaman içerisinde çeşitli protokollerle güncellenmiş; özellikle 2010 yılında imzalanan Değişiklik Anlaşması ile yürürlükteki hükümler uluslararası enerji piyasalarının gereklerine uygun şekilde yeniden yapılandırılmıştır. Ancak 2003 sonrası Irak’ta yaşanan siyasi dönüşüm ve merkezi otoritenin zayıflaması, enerji altyapısının kontrolünde de ciddi kırılmalara yol açmıştır. Özellikle 2007 yılından itibaren Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY), merkezi hükümetin onayı olmaksızın bağımsız petrol üretimi ve ihracatı politikaları izlemeye başlamış; Kerkük–Ceyhan hattı da fiilen bu sevkiyatın ana güzergâhı haline gelmiştir. Türkiye'nin, IKBY tarafından çıkarılan petrolü Bağdat’ın rızası olmadan uluslararası piyasalara ulaştırması, 2014 yılında Irak tarafından Uluslararası Tahkim Mahkemesi’ne taşınmış ve bu durum, yürürlükteki anlaşma rejiminin hukukî sürdürülebilirliğini ciddi biçimde tartışmalı hale getirmiştir. Böylece hattın teknik varlığından ziyade, mülkiyet ve işletme hakkına dair yetki çatışmaları ön plana çıkmış; bu da Kerkük–Ceyhan sisteminin uluslararası hukuk açısından belirsizliğe sürüklenmesine neden olmuştur. Dolayısıyla anlaşmaların karşılıklı beyanlarla ve işlevsel bir boşluk içinde fiilen işlemez hale gelmesi, bugünkü hukuki fesih kararının zeminini oluşturmuştur. Türkiye’nin Kerkük–Ceyhan Anlaşmasını feshetme kararı, teknik gerçeklikler ve Bağdat’ın merkeziyetçi enerji politikalarıyla uyumlu şekilde, hukuki ve siyasi düzlemde stratejik bir yeniden konumlanma hamlesi olarak değerlendirilebilir.

    Geçmişte, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) petrolünün Bağdat’ın onayı olmaksızın uluslararası piyasalara sevkiyatına aracılık ettiği gerekçesiyle 1,5 milyar dolarlık tahkim cezasına çarptırılan Türkiye, enerji alanındaki işbirliğini bundan böyle daha kontrollü ve uluslararası hukukla uyumlu bir zemine taşımayı amaçlıyor gibi görünmektedir. Bu doğrultuda, yeni dönemde Bağdat’ın doğrudan muhatap alınacağı, daha kurumsal ve dengeli bir anlaşma çerçevesinin inşa edilmesi öngörülmektedir. Ankara’nın bu stratejik yeniden konumlanma hamlesi, sahadaki teknik gerçekliklerle ve Irak merkezi hükümetinin IKBY üzerindeki enerji kontrolünü merkezileştirme yönündeki politikalarıyla uyum içinde ilerlemektedir. Bu gelişmeler, Kuzey Irak’ta son yirmi yılın en köklü yapısal dönüşümüne işaret etmektedir. IKBY’nin 2007’den bu yana sürdürdüğü bağımsız petrol politikası, hem hukuki gelişmeler hem de ihracatın durmasıyla fiilen sona ermiş; bölgeden çıkan petrolün denetimi, Irak merkezi hükümetine bağlı olan ve ülkenin petrol ihracatını yürüten resmî kuruluş Irak Devlet Petrol Pazarlama Şirketi (SOMO) aracılığıyla merkezi yapıya devredilmeye başlanmıştır. Yeni düzenlemeye göre, IKBY’ye yalnızca üretim karşılığında sınırlı avans ödemeleri yapılacak, ihracattan elde edilen tüm gelir doğrudan Bağdat’ta toplanacaktır. Söz konusu gelişmeler, IKBY’nin ekonomik özerkliğini ciddi biçimde sınırlandırmakta ve Erbil’in merkezi hükümete karşı yürüttüğü siyasi manevraları daraltmaktadır. Yeni enerji düzeni, bölgesel yönetimin gelir elde etme kapasitesini doğrudan etkileyerek, IKBY’nin ekonomik bağımsızlığını büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Mart 2023’ten bu yana boru hatlarının kapalı kalması nedeniyle bölge, başta petrol gelirleri olmak üzere önemli bir finansal kaynağından mahrum kalmış; bu durum kamu maaşlarının ödenememesi, altyapı yatırımlarının durması ve sosyal hizmetlerde ciddi aksamalarla sonuçlanmıştır. Süregelen ekonomik daralma, yalnızca Bağdat ile ilişkilerde değil, aynı zamanda uluslararası enerji şirketleri ve yatırımcılar nezdinde de IKBY’nin kurumsal güvenilirliğini zedelemiş; enerjiye dayalı ekonomik bağımsızlık stratejisinin yapısal kırılganlıklarını açık biçimde ortaya koymuştur. Ayrıca bu anlaşmanın iptalinin bir diğer önemli boyutu ise güvenlik mimarisiyle ilgilidir. IKBY’nin mali ve siyasi zemin kaybı, PKK gibi vekil örgütlerin bölgedeki etkinliğini doğrudan etkileyecektir. Erbil’in Bağdat’a daha fazla bağımlı hale gelmesi, bu tür yapılara sağlanan doğrudan veya dolaylı lojistik destek kanallarını daraltacaktır. Bu bağlamda enerji güvenliği ile ulusal güvenliğin iç içe geçtiği bir döneme girildiği rahatlıkla söylenebilir.

    Ankara açısından yeni dönem, risk ve fırsatların iç içe geçtiği karmaşık bir tabloyu beraberinde getirmektedir. Mevcut süreç, geçmişteki anlaşmalardan kaynaklanan yüklerden arındırılmış, uluslararası hukukla uyumlu bir enerji işbirliği modeline geçişe işaret etmekte; bu da Türkiye’yi uluslararası tahkim süreçlerine dair risklerden büyük ölçüde uzaklaştırmaktadır. Bağdat’la doğrudan ve kurumsallaşmış temasların geliştirilmesi ise yalnızca enerji arz güvenliğini değil, aynı zamanda bölgesel siyasi istikrarın pekiştirilmesini de mümkün kılabilir. Özellikle Doğu Akdeniz, Basra Körfezi ve Kafkasya eksenlerinde derinleşen enerji rekabeti bağlamında, bu yeni yönelimin Ankara’nın stratejik manevra kapasitesini kayda değer biçimde artırabileceği değerlendirilmektedir. Bununla bağlantılı olarak, Türkiye’nin bölgesel enerji ve ticaret stratejisini güçlendirmek amacıyla hayata geçirmeyi planladığı Kalkınma Yolu Projesi, stratejik öneme sahip bir lojistik ve ulaştırma koridoru oluşturmayı hedeflemektedir. Yaklaşık 1200 kilometrelik demir yolu ve otoyol ağı ile Türkiye’yi doğrudan Basra Körfezi’nde yer alan Faw Limanı’na bağlamayı amaçlayan bu proje, yalnızca enerji taşımacılığı değil, aynı zamanda bölgesel ticaret, ulaştırma ve ekonomik işbirliği açısından da kritik bir rol üstlenmektedir. Kerkük–Ceyhan petrol boru hattında yaşanan hukuki ve siyasi dönüşüm, Türkiye’nin Irak enerji politikasında merkezi hükümet ile doğrudan ilişki kurmaya yönelik yeni stratejisini daha görünür hale getirmiştir. Bu bağlamda Kalkınma Yolu, Ankara’nın Bağdat’la olan ilişkisini derinleştirecek bir altyapı aracı olarak değerlendirilmektedir. Türkiye’nin Irak merkezi yönetimini muhatap alarak enerji ve lojistik koridorlarını birlikte şekillendirmesi, hem IKBY’nin enerji üzerinden kurduğu özerk yapının sınırlanması hem de Türkiye’nin uluslararası hukukla uyumlu, daha öngörülebilir bir ortaklık tesis etme amacını yansıtmaktadır.

    Sonuç olarak, Kerkük–Ceylan boru hattında ortaya çıkan yeni durum, yalnızca teknik bir enerji altyapısı meselesi değil; aynı zamanda çok katmanlı bir jeopolitik yeniden yapılanmanın parçası olarak değerlendirilmektedir. Gelinen noktada, enerji arzı, bölgesel istikrar, hukukî meşruiyet, mali sürdürülebilirlik ve ulusal güvenlik gibi unsurlar bir bütün olarak ele alınmakta; bu da klasik boru hattı diplomasisinin ötesinde, çok boyutlu bir stratejik mimarinin inşa edilmekte olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin bu süreci nasıl yöneteceği, yalnızca kendi enerji vizyonunu değil, aynı zamanda Ortadoğu’daki güç dengeleri içinde nasıl bir konum alacağını da belirleyecektir.