26 Mayıs - 9 Haziran 2025 tarihleri arasında, Türkiye’nin Edirne sınırına yalnızca 30 kilometre mesafede, Yunanistan’ın Dedeağaç bölgesinde NATO’nun “Immediate Response 25” (Anında Müdahale 25) adlı bir tatbikat düzenleyeceği açıklandı. Bu tatbikat, NATO’nun “Defender 25” serisinin bir parçası olarak, ABD, Avrupa ve Afrika Komutanlığı (USAREUR-AF) öncülüğünde gerçekleştirilecek. Yaklaşık 12 bin askerin katılacağı bu tatbikatta Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Karadağ, Kosova, Kuzey Makedonya, Slovakya ve Hırvatistan gibi ülkeler yer alacak. Türkiye'nin NATO üyesi olmasına ve tatbikatın sınırına bu kadar yakın bir bölgede düzenlenmesine rağmen davet edilmemesi, hem bölgesel güvenlik dengeleri hem de ittifak içi ilişkiler bağlamında önemli tartışmalara neden olmaktadır.
Tatbikatın senaryoları, bölgesel güç dengelerine yönelik açık bir mesaj içeriyor. Dedeağaç ve çevresinde, Türkiye sınırına yalnızca 30-40 kilometre mesafede bulunan İskeçe ve Petrochori bölgelerinde gerçekleştirilecek tatbikat, liman savunması, nehir geçişi, hava saldırıları, kimyasal ve siber saldırılara karşı savunma gibi unsurları kapsıyor. Özellikle Meriç Nehri’ni geçme senaryosu, 2 bin ABD istihkâm askerinin katılımıyla dikkat çekiyor. Bu askerler, nehir geçişi için özel olarak hazırlık yapıyor. Ayrıca, Yunan Leopard tankları ile ABD’nin M1A2 Abrams tanklarının sınıra yaklaşması ve “gerçek çatışma koşullarına yakın” bir tatbikat vurgusu, bu senaryoların hedefinin Türkiye olabileceği şüphesini güçlendiriyor. Amerika, bu tatbikatın “Rusya tehdidine” karşı düzenlendiğini iddia etse de, senaryoların coğrafi ve stratejik bağlamı bu açıklamayı sorgulatıyor. Dedeağaç, Kavala, Girit ve Güney Kıbrıs’taki ABD askeri yığınakları, Türkiye’yi çevreleyen bir stratejik kuşatma olarak değerlendiriliyor. Bu tatbikat, Türkiye’yi hedef alan bir provokasyon olarak algılanabilir mi? Bölgedeki gelişmeler, bu soruya “evet” cevabını güçlendiriyor.
NATO’nun Türkiye’ye Karşı Tutumu: Müttefik mi, Tehdit mi?
Türkiye, 1952’den beri NATO’nun en önemli üyelerinden biri olmasına rağmen, son yıllarda ittifak içindeki çelişkiler giderek derinleşiyor. Soğuk Savaş döneminde, Türkiye’nin jeopolitik konumu NATO’nun Doğu Blokuna karşı savunma hattında kritik bir rol oynadı. Ancak, Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte, NATO’nun Türkiye’ye yönelik tutumu, müttefiklikten çok bir denetim ve baskı politikasına dönüştü. Bu değişim, hem tarihsel olaylarda hem de güncel gelişmelerde açıkça görülüyor.
2018 yılında Norveç’te düzenlenen “Trident Juncture” tatbikatında, Mustafa Kemal Atatürk’ün posterlerinin ve dönemin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın isminin “düşman hedefi” olarak kullanılması, Türkiye’de büyük bir infiale yol açtı. NATO, bu skandalı “bireysel bir hata” olarak nitelendirip özür dilese de, olay, ittifakın Türkiye’ye yönelik bilinçaltındaki yaklaşımını gözler önüne serdi. Türk kamuoyu, bu olayı, NATO’nun Türkiye’yi bir müttefikten ziyade potansiyel bir hasım olarak gördüğünün bir göstergesi olarak değerlendirdi. Benzer şekilde, tarihsel belgeler, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin NATO destekli Gladyo operasyonlarıyla bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor. Gladyo’nun, Soğuk Savaş döneminde komünizme karşı gizli operasyonlar yürütmek için kurulduğu bilinse de, Türkiye’de bu yapının demokratik süreçlere müdahale ettiği ve toplumsal istikrarı bozduğu artık bir sır değil. Dedeağaç’taki “Immediate Response 25” tatbikatı, bu tarihsel arka plan ışığında yeni bir kırılma noktası olarak değerlendirilebilir. Ayrıca, Yunanistan Komünist Partisi (KKE), bu tatbikatı sert bir dille eleştirerek, Dedeağaç ve Kavala limanlarının NATO tarafından “savaş üssü” haline getirildiğini belirtti. KKE’nin açıklamasında, “NATO’nun bu tatbikatı, halkları değil, emperyalist çıkarları koruma amacı taşıyor” ifadelerine yer verildi. Bu eleştiriler, yalnızca Türkiye’de değil, Yunanistan’da da tatbikatın bölgesel barış ve istikrara tehdit oluşturduğuna dair ciddi endişeleri yansıtıyor.
NATO’nun Türkiye’ye yönelik çelişkili tutumu, sadece tatbikatlarla sınırlı değil. Örneğin, NATO üyesi ve ABD'nin sözde müttefiki olmasına rağmen Türkiye'ye Patriot füze sistemlerinin verilmemesinin ardından, Ankara’nın S-400 hava savunma sistemlerini Rusya’dan alması, NATO tarafından büyük bir kriz olarak sunuldu ve Türkiye’ye F-35 programından çıkarılma gibi yaptırımlar uygulandı. Ancak, aynı NATO, Yunanistan’ın Rus yapımı S-300 sistemlerini kullanmasına sessiz kaldı. Bu çifte standart, ittifakın Türkiye’ye eşit bir ortak olarak davranmadığını gösteriyor. Ayrıca, Güney Kıbrıs’taki askeri yığınak ve ABD’nin Yunanistan’daki üslerini genişletmesi, Türkiye’yi çevreleyen bir stratejik kuşatma olarak değerlendirilebilir.
Bu gelişmeler, NATO’nun Türkiye için artık bir güvenlik sorunu haline geldiğini açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye’nin, ittifak içindeki rolünü yeniden değerlendirmesi ve bağımsız bir savunma politikası geliştirmesi gerektiği yönündeki sesler, hem akademik çevrelerde hem de kamuoyunda yükselmektedir. Bununla birlikte, Dedeağaç’taki tatbikat, bu tartışmaları daha da alevlendirecek gibi görünmektedir. Türkiye, sınırlarındaki bu tür provokasyonlara karşı caydırıcı bir duruş sergilemek zorundadır; aksi takdirde, NATO’nun Türkiye’yi dışlayan ve tehdit eden politikaları daha da artacaktır.
ABD’nin son yıllarda Yunanistan’daki askeri varlığını artırdığı bir sır değil. Dedeağaç’tan Girit’e, hatta Güney Kıbrıs’a kadar uzanan dokuz askeri üs, Türkiye’yi çevreleyen bir stratejik ağ oluşturmuştur. 2021’deki “Defender Europe 21” tatbikatında Dedeağaç’a 1.800’den fazla zırhlı araç ve 20 bin asker konuşlandırılmıştır. Bu yığınak, “Rusya tehdidi” gerekçesiyle açıklansa da, uzmanlar bunun Türkiye’yi baskı altına alma amacı taşıdığını belirtmektedir. Ayrıca, Güney Kıbrıs’ta artan ABD ve NATO varlığı, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları ve jeopolitik dengeler üzerinde kontrol kurma çabasıyla ilişkilendirilebilir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki haklarını savunma kararlılığı, bu yığınakların hedeflerinden biri olarak görülmektedir.
Ne yapmalı?
Bu tatbikat, Türkiye için bir uyanış çağrısı olmalıdır. NATO’nun Türkiye’yi dışlayan ve sınırlarında tehdit oluşturan bu tür faaliyetlerine karşı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir “karşı taarruz tatbikatı” planlaması gerektiği, askeri ve stratejik analistler tarafından vurgulanmaktadır. Müstafi Tümamiral Yaycı ve Emekli Kurmay Albay İhsan Sefa, Meriç Nehri’ni geçişi engellemeye yönelik senaryolar içeren bir tatbikatın, Türkiye’nin caydırıcılığını güçlendireceğini vurgulamaktadır.
Daha genel kapsamda, Türkiye’nin bağımsız bir savunma stratejisi geliştirmesi, bölgesel ittifaklarını güçlendirmesi ve NATO’ya olan bağımlılığını gözden geçirmesi gerekmektedir. Son yıllarda, Türkiye’nin yerli savunma sanayiinde kaydettiği ilerlemeler kendini göstermiştir. Ancak, bu çabaların daha da hızlandırılması ve NATO’nun sağladığı teknolojilere alternatif olarak kendi sistemlerini geliştirmesi, Türkiye’nin stratejik özerkliği açısından kritik önem taşıyor. Bölgesel ittifaklar bağlamında, Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve BRICS gibi platformlarla ilişkilerini derinleştirmesi, NATO’nun tek taraflı politikalarına karşı bir denge unsuru oluşturabilir. Örneğin, Rusya ve Çin ile savunma ve enerji alanında yapılan işbirlikleri, Türkiye’nin manevra alanını genişletmektedir. Aynı zamanda, Azerbaycan, Katar ve Pakistan gibi ülkelerle askeri ve ekonomik bağların güçlendirilmesi, bölgesel istikrar ve güvenlik için önemli bir adım olacaktır.
Bazı siyasi parti ve kuruluşlar, 24 Mayıs’ta Edirne’de düzenleyecekleri miting ile bu tatbikata karşı halkı bilinçlendirmeyi ve bir duruş sergilemeyi planlamaktadır. Bu miting, sadece bir protesto değil, aynı zamanda Türkiye’nin egemenlik haklarına sahip çıkma iradesinin bir göstergesi olacaktır. Edirne, Meriç Nehri’nin hemen ötesinde gerçekleşecek bu tatbikata en yakın şehir olarak, sembolik bir önem taşıyor. Bu tür halk hareketleri, Türkiye’nin birliğini ve bağımsızlığını koruma kararlılığını göstermesi açısından önemli bir adım teşkil etmektedir. Özellikle, yerel halkın ve sivil toplum kuruluşlarının bu sürece katılımı, ulusal bilincin güçlenmesine katkı sağlayacak ve hükümetin daha kararlı adımlar atmasına zemin hazırlayacaktır.
Rahman Demirkol